"Bir yönetmen elinde ne olduğunu iyi bilir ve bundan en iyi şekilde faydalanır."
Bir yetişkin olarak bu tür abartılmış sahnelere tanık olmak, saçma geliyor.
Dev deniz atları ve dev köpek balıklarının üstlerinde ilerleyen gladyatörler, muhafızların bellerindeki lazerli silahların etrafta uçuşan mavi ve kırmızı ışınlarıyla birleştiğinde alışık olduğumuz hamur kağıtlarındaki hayali çizgi dünyasının, teknolojik birkaç ciddi dokunuş sonrası beliren hareketli resmi. Su altında gerçekleşen bu yarı insan yarı Atlantisli süper kahraman filmi -her ne kadar kaliteli ve eğlenceli bir aksiyona sahip olsa da- izleyince sizlere biraz komik gelebilir.
"Az diyalog, bol aksiyon."
Yani, kaliteli bir şey saçma olamaz mı? Ciddi bütçe harcanmış olmasına, James Wan gibi bir yönetmenin elinin değmesine ve tam uyumlu aktör-süper kahraman eşleşmesine rağmen riskli bir su altı dünyası. Maalesef izleyince bana pek geçmeyen "Su Adamı'nın" belki de en dikkat çekici noktası, kendi hayran kitlesine sadık kalmasıdır. DC'nin hep kasvetli, karanlık ve noir Batman ve Superman hikayelerinden sonra işin içine biraz renk ve parlaklık girmiş diyebiliriz. Riskli yaklaşımını belirleyen ciddi bir dünyadan, bilmediğimiz ve nefes almakta zorlandığımız bir dünyaya adım attı.
Ne kadar tuhaf görünürse görünsün, yapımcı şirket tarafından beklenen mali destek sonrası nihai ürün sona erildi ve sinema salonlarına giriş yaptı. Biz izleyicilerin yapması gereken tek şey ise en önde oturmamak veya yanımıza bir şemsiye almak çünkü öykü başladıktan sonra her an üzerimize su gelebilir.
Game of Thrones'tan tanımış olduğumuz Khal Drago ile sınırların ötesine ulaşmış bir üne sahip Jason Mamoa, bu köken hikayesinde Arthur Curry'ye hayat veriyor. Atlantis'in Kraliçesi Atlanna'nın oğlu olduğunu ve Su Altı Krallığı'nda düzenlenmiş zoraki bir evlilikten kaçması sonrası hayatının aşkının kollarında kendini bulduğunu açıkladığında Arthur, deniz fenerinde çalışan sıradan bir işçinin oğlu olduğunu öğrenir.
Arthur'un küçük üvey kardeşi Orm, Yedi Su Altı Krallığı'nı yeryüzü ile birleştirmeye hazırlanırken Arthur bu çirkin plandan habersizdir. Kendiyle ilgili büyük bir gerçeği keşfeden Arthur, üvey kardeşinin aksine okyanuslar altında inşa edilen Atlantis Krallığı'nın ve tahtının tek varisidir. Ancak suyun kralı sinsi kardeşi Orm, tahtın kendine ait olduğunu düşünmektedir. Arthur ise kendisine miras kalan haklara sahip çıkmalı ve su altı halkının başına geçmelidir. Yoksa kendi hayatının yanı sıra sevdiği kişiler de büyük bir tehlikeyle yüz yüze gelmek zorunda kalacaktır. Bu zorlu taht yolculuğunda Arthur kendiyle yüzleşmenin yanı sıra, bir kral olmaya layık olup olmadığını da keşfetmek zorundadır.
Facebook Yorumları