Hollywood'un karanlık köşeleri hakkında bir alegori, Amerikan rüyasının bir kompozisyonu.
Rüyalar şehrinde bir aşk hikayesi.
Dünyadaki en sıkıcı olay, bir başkasının gördüğü rüyalar hakkında konuşmasını dinlemektir. Rüyayı kendiniz yaşamadığınız sürece, duymayı gerektirecek herhangi bir detay yoktur. Tanımadığınız birinin cenaze namazına katılmak gibi. Orada bulunmanız ve başka birisinin rüyalarını dinlemeniz, aslında sizin için oldukça önemsizdir.
Rüyalar, hikaye anlatım kalıplarına uymaz. Finaller nadiren mantıklıdır. Olaylar sebepsiz gerçekleşir ve nadiren mutlu son ya da net görüntü vardır. Ancak David Lynch gibi hayalperest yönetmenler bu rüyaları ilginç buluyor.
Tam da rüyalardan bahsediyoruz ve en tanınmış rüya analizcisi Lynch yapımı Mulholland Çıkmazı da bir rüya gibidir. Seyircinin cevaplarına mantıklı sorular sormayı reddeden oldukça aykırı, tuhaf, cins, neo-noir, gerilim dolu, gizemli, karamsar, dramatik, esrarengiz ve kesinlikle garip bir şeydir.
Başlangıçta televizyon dizisi olarak tasarlanan Mulholland, seyirciyi hiçbir zaman gösterilmeyecek dizi bölümlerinin bir fragmanıymış gibi boşlukta bırakır. Film, Lynch'e özgü muammalı şaşırmacalarla ve görsel yaratıcılıkla doludur. Görünüşte Los Angeles'a gelip hafızasını yitirmiş Rita ile arkadaş olan ve aktris olmak isteyen Betty Elms'in hikayesi anlatılıyor.
Facebook Yorumları