Masumiyet çağıyla ilgili şiirsel bir çalışma...
Yusuf değil bu sefer kaybolan.
Bir sanat filmi olarak tanımlamak oldukça cazip ya da hayata dair destansı bir anlatı ya da bir başyapıt. Aslında sadece "sade" bir hikaye.
Film, sade bir ailenin rutin yaşamlarına odaklanmaktadır: bir baba, bir anne ve bir çocuk. "Rutin" burada anahtar kelimedir çünkü tam anlamıyla filmin sonuna kadar gördüğümüz tek şey budur. İlk andan son ana kadar "özel" hiçbir şey olmaz. Çocuğu okulda ders çalışırken görürüz; baba ekmeğinin peşindedir, anne ise ocak başında yemek pişirmektedir. Ara sıra akşam yemeğinde bir araya toplanıp kendi aralarında yaptıkları mütevazi sohbetler dışında ses ve etkileşim adına çok az an vardır.
Eski zamanlarda anlatılan birçok sade hikaye gibi...
Hikayenin geneli için belirgin tek drama, çocuğun film boyunca öğrenme zorluğu çektiğine şahit olmamızdır. Ebeveynlere yönelik bir bakış açısıyla anlatım biraz yavan olabilirdi; o yüzden hikayenin ana odağı Yusuf'tur. Bu, onun bakış açısına sahip bir dünyadır. Küçük Yusuf'un babası, kasvetli bir ormanın derinliklerinde arıcılık yaparak geçimini sağlamaktadır. Yusuf ise okula henüz yeni başlamıştır. Bir gece gördüğü rüyayı babasına anlatır. Rüyanın içeriği ise bir sırdır...
Bir gün Yusuf'un babası ormanın karanlığına doğru ilerler. Geri gelmeyişi, Yusuf'u içine kapanık bir çocuğa dönüştürür. Gün geçtikçe insanlardan daha da uzaklaşan Yusuf, bir gün ormanın derinliklerine dalıp babasını aramaya çıkacaktır.
Bal, sadece Yusuf'un hikayesini yakalamak için kullanılan minimal tekniklerde değil, olağanüstü kompozisyonunda da güçlü ögeler içerir. Bir bakıma Bal'ı tam bir film olarak tanımlamak oldukça yanlış, çünkü çok daha fazlası. Bal, Yusuf'un yaşamında yer alan atmosferi ve duyguları çarpıcı bir şekilde, sadece doğayı ve sessizliği kullanarak bir sanat eseri haline dönüştürür.
Facebook Yorumları